4 YÜCE GERÇEK
DALAİ LAMA
Budist Öğretilerinin Temelleri
Kutsal XIV Dalai Lama

 İçindekiler Tablosu

GİRİŞ. 1

BUDİZM’İN TEMEL PRENSİPLERİ

Sığınmak ve Bodhichitta Yaratmak.

Bağıntılı Varoluş

İki Gerçek.

1.DÖRT YÜCE GERÇEK.

2.ACININ GERÇEĞİ

Acının Üç Çeşidi

Cehalet (Avidya)

Bilinç.

3.ACININ KÖKENİ

Karma.

Karmik Eylemlerin Kategorileri

Karma ve Birey.

Karma ve Doğal Yaşam..

Karma ve Duygular.

4.ACININ SONA ERME GERÇEĞİ

Boşluk.

‘Bensizlik’ veya Boşluğun Dört Yorumu.

Orta Yol

Boşluk Anlayışımızı Uygulamak.

Özgürleşme.
5.YOLUN GERÇEĞİ
Shravakayana Yolu.

Mahayana Yolu.

Vajrayana Yolu.

Budist Yolu Takip Etme Önerileri

İNSAN MUTLULUĞUNUN TEMELİ ŞEFKAT.

 

 

 

 

 

 

 

 

GİRİŞ

 

Kutsal Dalai Lama 4 Yüce Gerçek’in Budist öğretinin temel doktrini olduğunu ve onu anlamadan Dharma’nın uygulanamayacağını vurgulayarak başlar.

Budist öğretiyi uygulamak isteyenlerin dini tercihlerine ve bu konudaki soru işaretlerine açıklık getirir. Tüm dünya dinleri insanlığa hizmet etme, kişiyi iyi bir insana dönüştürmeyi amaç edinme temeline dayandığı için insanların kendi dinlerini takip etmelerini daha doğru bulur. Bunun sebebi de dinlerini değiştirdiklerinde insanların karşılacakları duygusal ve entellektüel zorluklardır. Ancak bir kişi eğer geleneksel dinini kendi için yeterli görmüyorsa veya ateist ise ve Budist yaklaşımın kendisine uygun olduğunu hissediyorsa o zaman bir din olarak da benimseyebilir. Özellikle bunun eski dinini eleştirmeden, saygı duyarak yapılması gerektiğini önerir. Ayrıca birçok dinsel geleneğin ve aralarındaki saf uyumun farkındalığına yer veren dini çoğulculuk düşüncesi yaygınlaşırken bireylerin dinsel eleştirileri oldukça zararlı olabilir.

Budizm içindeki felsefi sistemleri de farklılıklara örnek olarak gösterir. Buddha, öğretilerini takip edenlerin yapısına uygun şekilde aktardığı için Vaibhashika, Sautrantika, Chittamatra ve Madhyamaka gibi farklı felsefi sistemleri vardır. Bu farklılığı çok güzel bir örnekle açıklar. Dharma’yı bir ilaca benzetir. Bir ilaç çok değerli ve pahalı olabilir ama hasta için uygun değilse hiçbir faydası yoktur. Dünyada farklı yapıda insanlar olduğu için farklı dinlere ihtiyacımız olduğunu hatırlatır. Bunun farkında olabildiğimizde de diğer gelenekleri takdir etmemiz kolaylaşır.

 

BUDİZM’İN TEMEL PRENSİPLERİ

 

Kutsal Dalai Lama öncelikle Budizm’i iki temel ilkeye ayırır:

Sığınmak ve Bodhichitta Yaratmak

 

Budizm’in üç cevheri:

Bodhichitta yaratma uygulaması, öncelikle başkalarına yardım etmeyi amaçlayan faaliyetlere kendini adamayı gerektirir; Sığınma uygulaması ise, uygulayıcının hayatını etik olarak disiplinli bir şekilde sürdürmesi, başkalarına zarar veren eylemlerden kaçınması ve karma yasalarına saygı duyması için temel oluşturur. Aralarındaki şöyle bir bağ vurgulanır ki o da Üç Cevher’e Sığınma pratiğine dair iyi bir temel deneyime sahip olmadıkça, Bodhichitta’yı yüksek seviyede gerçekleştirmenin mümkün olmamasıdır. Sığınmak ile kastedilen de ruhsal esenliği Üç Cevher’e emanet etmektir. Ardından buda olma ile ilgili zihnimizde oluşabilecek olası sorulara değinir. Bir buda olma, aydınlanmış varlık olabilme olasılığını düşündüğümüzde anahtarın Dharma doğasını anlamakta yattığını belirtir. Dharma varsa, o zaman Sangha kesinlikle var olacaktır. Sangha, Dharma yoluna girmiş ve onun hakikatini gerçekleştirmiş olanlardır. Acı verici duyguların üstesinden gelebilen manevi bir hale ulaşmış Sangha üyeleri varsa o zaman olumsuzluktan ve acı veren duygulardan tam bir özgürlük elde etme olasılığı olduğunu düşünebiliriz. Bu durumu buda doğası (budhahood) olarak açıklar.

Bağıntılı Varoluş

 

Kutsal Dalai Lama; Sutralarda Buddha’nın, “bağıntılı varoluşu anlayanların Dharma’yı gördüklerini ve Dharma’yı görenlerin de Buddha’yı gördüğünü” defalarca tekrarladığını hatırlatır. Bu temel kavramı da Madhyamaka okulunda Nagarjuna’nın öğretileri perspektifinden inceler ve üç anlam derecesi ile yaklaşır:

  • Tüm Budist okullar bağıntılı varoluşu (Pratityasamutpada) sebepsel bağlılığa dayanarak açıklar. Bu ilkeye göre, evrendeki tüm koşullu şey ve olaylar ancak çeşitli neden ve koşulların etkileşimi sonucunda var olur.
  • Bağıntılı varoluşu parçalar ve bütün açısından anlayabiliriz. Bütün ve bütünlük düşüncesi ancak parçalar olduğunda vardır.
  • Olgular parçalara bölerek analiz edildiğinde, onların oluşunun diğer faktörlere bağlı olduğunu anlaşılır. Bu yüzden hiçbir şeyin bağımsız veya gerçek kendi kimliği olamaz. Şeyler vardır ama bağımsız özerk kimlikleri

Buddha’nın sözüne geri döndüğümüzde Dharma’yı nedensellik ile ilişkilendirip insan eylemlerini oluşturan karmanın işleyişini yani olumsuz eylem, düşünce ve davranışların bir sonucu olarak acı ve ıztırap deneyimlerinin nasıl ortaya çıktığını, olumlu eylem, düşünce ve davranışların sonucu olarak da mutluluk, neşe gibi istenen deneyimlerin oluştuğunu anlamaya çalışabiliriz.

Algıladığımız ve deneyimlediğimiz her şeyin sebepler ve koşulların birbiriyle etkileşimi sonucu olduğunu anladığımızda bütün görüş açımızın değişebileceğini vurgular. Bu görüşü geliştirdikten sonra da  bu çerçeveye karmanın yerleştirilmesi gerekir.

Bağıntılı varoluşun diğer boyutlarını da kavradığımızda olguların göründüğü hal ile gerçek hal arasındaki farklılığın anlaşılabileceğini açıklar. O zaman duyguların kaynağı ve tepkilere yönelik bir içgörü oluşmaya, zihinsel ve duygusal olarak çok gerçekçi görünen şeylerin bile illüzyon olduğu anlaşılmaya başlanır. Oluşan içgörü,  gerçekliğin birbirine bağlı doğasına dair ince bir kavrayışla birleştiğinde de ‘the empty nature of reality’gerçekliğin boş doğası’ (her şeyin bazı faktörlerin bir araya gelmesi ile ortaya çıkması, bağımsız olamaması) kavranabilir.

Dalai Lama, Buddha’nın “bağıntılı varoluşu anlayarak Dharma’nın görülebildiği” sözüyle anlatmak istediğinin acının en derin sebebi ve sonlanması gerçeğini anlayabilmek için bağıntılı varoluş hakkında derin bir kavrayışa sahip olmak gerektiğini belirtir. Bu yol ile acının sonlanma gerçeğini ve bu gerçeğe giden yolu görebiliriz.

İki Gerçek

 

Dalai Lama İki Gerçek’e kısaca Madhyamaka Okulu perspektifinden değinir.

  1. Bağıl Gerçeklik (samvaharasatya)
  2. Nihai Gerçeklik (paramarthasatya)

Bu İki Gerçek arasındaki ilişkinin önemi üzerinde durulur. Bu dünyanın gerçeği bağıl olarak kabul edildiğinde, nihai gerçeklik olan boşluk doğası da kabul edilebilir. Görünüş, nihai gerçekliğe karşıt olmak değil aksine nihai gerçekliğin temelinin oluşmasına kanıt olarak gösterilmektedir. Bu İki Gerçek’in doğası ve birbiriyle ilişkisi anlaşıldığında 4 Yüce Gerçek anlaşılabilir, 4 Yüce Gerçek anlaşıldığında da Üç Cevher’e sığınmanın ne olduğu kavranabilir.

Giriş bölümünün sonunda soru ve cevaplara yer verilir ve belli noktalara açıklık getirilir. Örneğin yöneltilen bir soru ile Sığınma hakkında daha detaylı bilgi aktarılır. Üç Cevher’e sığınmanın anlamını Dharma’ya sığınma eyleminden aldığını yani Buddha’nın bize yol gösteren olduğu, Dharma’nın  sığınmanın asıl amacı olduğu ve Sangha’nın yol arkadaşlarımız olduğuna açıklık getirir. Sorulardan bir diğeri de günlük hayatın yoğunluğu içerisinde Dharma’nın nasıl uygulanabileceğine yöneliktir. Kutsal Dalai Lama yanıtında öncelikle Dharma’nın günün her saatinde uygulanması gerektiğini vurgular. Meditasyon ve meditasyon sonrası olarak ayırdığımızda, meditasyon sonrası zamanların aslında uygulamalarımızın etkisinin test edildiği zamanlar olduğunu söyler ve meditasyonu pilimizi şarj etmeye benzetir. Böylece meditasyon sonrasında gündelik hayatımızın gereklerini tam olarak getirecek donanıma sahip oluruz. Çünkü hayatın rutininden kaçılamaz ve bu dönemlerde de Dharma uygulaması ilkelerine göre yaşanmalıdır. Elbette bunun için de başta daha yoğun meditasyon süreleri ve temeli oluştuktan sonra Dharma prensipleri için çaba göstermek gerekir. Negatif duygular o kadar güçlüdür ki ciddi bir çaba olmadan zihni dönüştürebilmek mümkün değildir.

 

1.DÖRT YÜCE GERÇEK

 

Kutsal Dalai Lama, Dört Yüce Gerçek’i öncelikle kişisel deneyimlerimizle ilişkilendirir. Mutluluğu arama, acının üstesinden gelme arzusunun hayatın doğal bir gerçeği olduğunu hatırlatır. Ona göre mutluluk hepimizin ulaşmaya çalıştığı, acı çekmek de hepimizin kaçınmak istediği bir şey olduğu için asıl soru buraya nasıl ulaşacağımızdır.

Dört Yüce Gerçek hakkındaki öğretilere değinir: nedenler ve bunların sonuçları. Acı ya da mutluluk varsa o sebep ve koşulların sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Dört Yüce Gerçek öğretisi neden ve sonuçları acı yaratan ve mutluluk yaratan nedenler olarak ikiye ayırır ve öğretilerin amacı da bunları kendi yaşamımızda nasıl ayırt edilebileceğini göstermektir.

Dört Yüce Gerçek’in anlaşılabilmesi için hasta benzetmesi yapan Maitreya’ya yer verir:

“Hastalığın teşhis edilmesi, nedeninin ortadan kaldırılması, sağlıklı bir hale ulaşılması ve çarenin uygulanması gerektiği gibi, ıztırabın nedenlerinin, sona ermesinin ve yolunun bilinmesi, ortadan kaldırılması, üstlenilmesi gerekir. (Uttarantantra)” The Changeless Nature, Uttaratantra’nın Ken ve Katia Holmcs tarafından çevirisi, Karma Drubgyud Darjay Ling, Birleşik Krallık, 1985. Sayfa 135 .

 

Bu yüzden Budist pratiklerini  uygulamanın ilk yolu içinde bulunduğumuz halin ne olduğunun farkına varabilmektir.  Ancak o zaman acıyı doğuran sebepler ve koşullar incelenebilir. Buddha’nın ıztırabın doğasına dair içgörü geliştirmeye bu kadar önem vermesinin nedeni üzerinde durur, bu neden bir çıkış yolu, bir çare, bir kurtuluşun olmasıdır. Acının doğasını anlayabilmek çok önemlidir.

 

Son olarak da Bağıntılı Varoluşun 12 Bağlantısı (Nidana)’na değinir. Nidanalar, cehaletten bilince ve buradan yaşlılık ve ölüme kadar uzanan bağıntılılı varoluşun 12 bağlantısıdır. Sıralanışı, belirli nedenler ve koşulların bir sonucu olarak bireysel bir varlığın aydınlanmamış varoluş sürecine nasıl girdiğini açıklar. Bu öğreti, Dört Yüce Gerçek tarafından açıklanan iki neden ve koşul kümesi üzerine bir detaylandırma gibidir.

2.ACININ GERÇEĞİ

 

İlk Yüce Gerçek; acının gerçeğidir. Duhkha acı verici deneyimin temelidir ve genelde karma, sanrılar ve acı veren duygularımızı ima eder.

Budist öğretilerine göre, Üç Varoluş Alemi vardır:

  • Arzu Alemi
  • Form Alemi
  • Formsuz Alem

Kutsal Dalai Lama, üç alemin anlaşılmasındaki zorlukta en faydalı yaklaşımın bu durumları farklı bilinç derecelerine göre anlamak olduğunu düşünür. Zihni disipline edilmemiş bir kişinin acı ve samsara durumunda olması, zihni disipline edilmiş bir kişinin nirvana ya da nihai barış halinde olması gibi.

Örneğin, bir kişinin varoluşu büyük ölçüde arzu ve bağlılık içindeyse bu şu an ve gelecekte Arzu Alemi ile sınırlı bir varoluş biçimine yol açar. Dolaysız algı nesnelerine ve fiziksel duyumlara bağlılığı aşan, ancak içsel neşe veya mutluluk hallerine bağlı olanlar fiziksel varoluşun çok daha arıtılmış bir forma sahip olduğu gelecekteki yeniden doğuşlara götürecek nedenler yaratır. Neşe ve mutluluğun haz verici içsel duyumlarına da bağlılığı aşanlar da vardır. Bilinç seviyeleri diğer ikisinden daha süptildir fakat yine de belli bir varoluş haline bağlanmışlardır.

 

Acının Üç Çeşidi

 

Dalai Lama şu soruyu sorar: duhkha nedir, acı nedir? Budizm acı çekmenin üç seviyesini tanımlar:

  • Acının acısı

Acı verici deneyimlerimiz. Doğum, hastalık, yaşlanma ve ölüm acıları gibi temel kabul edilen 4 ana deneyim. Yaşamımızı doğum ve ölüm döngüsü içinde iken hastalık ve yaşlanmayla ilgili acılar da bu ikisinin arasına sıkıştırılmıştır. Bu acı şekillerini tanımak spiritüel arayışta çok önemlidir.

  • Değişimin acısı

Haz ile ilgili deneyimlerimiz. Mutluluk ve neşe veren deneyimlerimiz nihayetinde bozulur ve acı getirir. Örneğin pahalı mücevherlere sahip olduğumuzda kendimizi çok iyi hissederiz ancak zaman geçtikçe o hazzı almamaya başlarız, hissettiğimiz şey yine tatminsizlik olabilir. Bu yüzden tüm güzel ve arzu edilen şeylere daha dikkatli baktığımızda sonunda bize acı getirdiğini görürüz.

  • Koşullanmanın acısı

Bizim aydınlanmamış olmamızdan oluşur. Cehaletin etkisi altında kalıcı bir mutluluğa sahip olmanın olasılığı yoktur, acılar da sürekli  birbiri ardına gelir. Buna koşullanmanın acısı denmesinin nedeni, bu varoluş halinin sadece bu hayattaki acı verici deneyimler için değil, aynı zamanda gelecekteki ıztırapların nedenleri ve koşulları için de temel oluşturmasıdır.

Bir şeyin nasıl ortaya çıktığı, bir süre kaldığı ve sonra ortadan kaybolduğu açısından geçicilik kolaylıkla anlaşılabilir. Daha derin bir seviyede ise her şey andan ana, sürekli değişir. Bu anlık değişim süreci, bir şeyi yok etmek için ortaya çıkan ikincil bir koşuldan kaynaklanmaz, aksine bir şeyin ortaya çıkmasına neden olan neden, aynı zamanda onun yok olmasının da nedenidir. Yani başlangıcının nedeni içinde, sona ermesinin nedeni de vardır.

Geçiciliğin bu nedenle iki şekilde anlaşılması gerektiğini vurgular: Birincisi, herhangi bir varlığın üç varoluş anı açısından – ilk anda ortaya çıkar; ikinci anda kalır; üçüncü anda sona erer. İkincisi, her anın kendisi açısından. Bir an durağan değildir; ortaya çıkar çıkmaz, kendi sona ermesine doğru hareket eder.

İster Form Alemi’nde, Formsuz Alem’de veya Arzu Alemi’nde olsun, samsara içinde kaldığımız sürece, mutluluğun kalıcı olması için hiçbir alan yoktur. Üçüncü tür acının anlamı budur.

 

Cehalet (Avidya)

 

Avidya’nın ne demek olduğu hakkında farklı felsefi okullara göre görüşler değişse de hepsinin ortak noktası varlığımızın kökünde temel bir cehaletin yattığıdır. Hepimizin amacı mutlu olmaktır ve acıdan kaçınırız. Ancak eylemlerimiz kalıcı mutluluğa ulaştırmak yerine daha fazla acıya yol açar. Bu da bizim cehalet çerçevesi içinde çalıştığımızı gösterir. Hayatımızın kökündeki temel karmaşayı böyle tecrübe ederiz.

Doğum, ölüm, yaşlanma ve hastalık gibi kaçınılmaz acılara maruz kalırız. Ayrıca hayatın koşullanmış gerçeği üzerinde karmaşanın yarattığı yanıltıcı duygu ve düşünceleri de ekleyebiliriz.

Budist metinlerin cehaletin istemli eylemlere neden olduğu süreçleri açıkladığını belirtir.  Bunlar bağıntılı varoluşun 12 bağlantısında olduğu gibi samsarik dünyada yeniden doğuma sebep verir.

 

Bilinç

 

Dalai Lama öncelikle içgörü ile zihnimizi araştırmaya çalıştığımızda onun birinden diğerine atlayan düşüncelerin, duyguların ve duyuların iradesi altında olduğunu görebileceğimizi vurgular. Bunun için birbirini takip eden düşüncelerin ve duyguların zihinde nasıl oluştuğunu araştırmak gerekir.

Bilinçli zihnimizin çoğu ya geçmişte deneyimlediğimiz nesnelerle ilgili durumlardan ya da duygulardan oluşur. Saf bilme halini, bilincin gerçek doğasını bir an için görmemiz çok zordur. Bunu yapmanın bir tekniğinin zihnimizi geçmiş deneyimlerin düşüncelerinden ve geleceğin her türlü beklentisinden kurtardığımız oturma meditasyonu olduğunu söyler ve şöyle açıklar: Geçmiş ve geleceğin düşüncelerini temizlediğiniz zaman yavaş yavaş ikisi arasında boşluğu hissetmeye başlarsınız. O anda kalmayı öğrenirsiniz. O boşlukta, boşluk dediğimiz şeyi bir an için görmeye başlarsınız ve eğer bu boşlukta daha uzun süreler boyunca kalabilirseniz, o zaman yavaş yavaş bilincin doğası, yani zihnin katıksız parlaklığı ve doğal farkındalığı sizde yavaş yavaş aydınlanacaktır. Tekrarlanan uygulama yoluyla bu süre giderek daha fazla uzatılabilir, böylece bilincin doğasına dair farkındalığınız gitgide daha net hale gelir.

Hayatın acı doğasına dair böyle bir farkındalık geliştirildiğinde acının kökeninde cehaletin yeraldığı anlaşılabilir. Bu da İkinci Gerçek olan Acının Kökenine götürür.

 

3.ACININ KÖKENİ

 

Mutluluk ve acıdan kurtulmak istenmesine rağmen bunlara ulaşmanın yolları bilinmediği için daha fazla acının oluşması, bunun kökeninde karmaşa ve cehalatin yeraldığı gerçeğine değinilir.

Budizm’de iki tür cehalet olduğunu açıklar. Bunlar bağıntılı varoluşun iki anlayışı ile ilgilidir.

  • Nedensellik yasalarının, karma yasalarının cehaleti
  • Gerçekliğin nihai doğasının cehaleti

Karma

 

Budizm’e göre karma, şeylerin ve olayların tamamen nedenler ve koşulların bileşiminin bir sonucu olarak var olduğu evrensel yasaların özel bir oluşumudur. Karmayı benzersiz kılan, kasıtlı eylemi ve dolayısıyla bir faili içermesidir. Dolayısıyla dünyada doğal işleyen süreçler karmik değildir çünkü bir bireyin kasıtlı yaptığı bir eylemi yoktur.

Karmik Eylemlerin Kategorileri

 

Genel karmik eylem alanı içinde, üç farklı eylem türünden bahseder:

  • Acı ve acı üreten eylemler; olumsuz veya erdemli olmayan eylemler
  • Neşe ve mutluluk deneyimleri gibi olumlu ve arzu edilen sonuçlara yol açan eylemler; olumlu veya erdemli eylemler
  • Nötr duygu ve tecrübe getiren eylemler, nötr eylemler; ne erdemli ne de erdemsizler

Karmik eylemlerin gerçek doğası açısından, iki ana tür olduğu ifade edilir:

  • Zihinsel eylemler: Fiziksel eylem olarak tezahür etmeyen eylemler
  • Fiziksel eylemler: Bedensel ve sözlü eylemler

 

Dört Çeşit Karma:

  • Gerçekleştirilen ancak birikmeyen karma
  • Birikmiş ancak gerçekleştirilmeyen karma
  • Eylemin hem gerçekleştirildiği hem de biriktiği karma
  • Eylemin hem birikimediği hem de fiilen gerçekleştirilmediği karma

Bu karma çeşitleri doğru anlaşılabildiğinde olumlu bir eylemde bulunurken niyetimizin, eylemi gerçekleştirirken oluşan olumlu çabanın, ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. Oluşan pozitif karmanın da aynı şekilde tüm varlıkların esenliğine adanması yine oldukça önemlidir.

Dharma uygulayıcılarının olumsuz olaylardan sakınması gerekir ancak yine de olumsuz bir eylem gerçekleşirse bu eylemin kuvvetli bir motivasyon ya da güçlü bir duygu içermemesi önem taşır. Eylemin herhangi bir tatmin duygusu takip etmemesi gerektiğini vurgular. Örneğin olumsuz eylemlerden zevk almak yerine derin pişmanlık duymak gibi. Olumlu ve olumsuz eylemlerle bu şekilde ilişki kurulan bir yaşam tarzı benimsendiğinde, karma yasasıyla ilgili öğretilerin çok daha etkili bir şekilde takip edilebileceğini belirtir. Olumsuz eylemin pek çok farklı türü olmasına rağmen, Budist kutsal metinleri onları On Olumsuz veya On Erdemsiz Eylem olarak özetler:

  • Üç bedensel olumsuz eylem: öldürme, çalma ve cinsel taciz;
  • Konuşmanın dört olumsuz eylemi: Yalan söylemek, bölücü konuşma yapmak, sert sözler kullanmak ve anlamsız dedikodu yapmak;
  • Üç olumsuz zihinsel eylem: Açgözlülük, zararlı düşünce ve niyeti beslemek ve yanlış görüşlere sahip olmak.

Bir Dharma uygulayıcısı, mümkünse tüm bu olumsuz eylemlerden uzak duracak şekilde yaşamalı ya da azından elinden geldiğince bunlardan sakınmalıdır.

Karma ve Birey

 

Dalai Lama, bir kişinin nihai arzusunun samsaradan kurtulmak, ruhsal aydınlanma veya özgürlüğe ulaşmak olduğunu hatırlatır. Başlangıçta uygulayıcının ilk adımı olumsuz düşünce ve duyguların gücüne ve egemenliğine boyun eğmemek için bedeni, konuşma ve zihni olumsuz eylemlerde bulunmaktan korumak olmalıdır. Böylece ikinci aşamada temel neden olan cehaletin üstesinden gelinebilir, kleshanın güçlerine karşı konulabilir. Üçüncü aşama sadece onlara karşı zafer kazanmak değil, aynı zamanda ruhta bıraktıkları tüm meyil ve izleri de ortadan kaldırmaktır.

Karma ve Doğal Yaşam

 

Doğal yaşamdaki sebep-sonuç süreci, karmadan bağımsız olarak gerçekleşir. Gerçeğin veya yaşamın doğasını anlamaya çalışırken farklı muhakeme yollarının olduğu ortaya konulur.

Budist analizinde dört ilke:

  • Doğa ilkesi: Doğa yasalarının kabulü. Şeylerin var olduğu ve nedenlerin sonuçlara yol açtığı olgusu.
  • Etkililik ilkesi: Nesnelerin doğalarına göre belirli sonuçlar üretme kapasitesine sahip olma biçimleriyle ilgili.
  • Bağlılık ilkesi: ilk iki ilke ile şeyler ve olaylar arasında, nedenler ve sonuçlar arasındaki doğal bir bağıntı.
  • Geçerli kanıt ilkesi: Olumsuz eylemlerden kaçınma ve erdemli eylemleri geliştirme yolu uygulama.

Dalai Lama,  kişisel deneyimler ile daha kolay anlaşılacak bir örnekle açıklık getirmeye çalışır. Sabah gerçekleştirdiğimiz bir eylemin gün boyu zihinsel ve duygusal olarak bizi etkileyebilme potansiyeli olması gibi. Aynı prensibin, uzun vadeli karmik etkiler söz konusu olduğunda da karmanın etkileri için geçerli olduğunu söyler. Karmanın, eylem yapıldıktan uzun bir süre sonra bile yani şimdiki yaşamda olduğu gibi birbirini izleyen yaşamlarda da hissedilebileceğini vurgular.

Karma ve Duygular

 

Dalai Lama, acı verici duyguların bizim nihai düşmanımız ve acının kaynağı olduğunu söyler. Bu duygular zihnimizde geliştiğinde, hemen iç huzurumuzu yok eder ve sonunda sağlığımızı ve hatta dostluklarımızı bile mahveder. Öldürme, zorbalık, aldatma ve benzeri tüm olumsuz faaliyetler acı verici duygulardan kaynaklanır. İçsel bir düşmanın da her zaman dışsal bir düşmandan daha zararlı olacağına dikkat çeker. Çünkü nerede olursak olalım hep bizimledir. Fark etmemiz gereken asıl noktanın da şu olduğunu söyler: “Mutluluğumuzun asıl yok edicisi her zaman içimizdedir.” İç düşman oradayken ve biz onun kontrolündeyken kalıcı mutluluğa erişebilmek mümkün olamaz.  Bu düşmanı yenmenin ihtiyacını anlamak bir uyanıştır, bu nedenle duygularımızı ve iç dünyamızı analiz etme pratiği çok önemlidir.

4.ACININ SONA ERME GERÇEĞİ

 

Üçüncü Yüce Gerçek, Sona Erme Gerçeği’dir. Burada sorulanlar, nirvana, moksha veya özgürlük konularıdır. Budizm’de özgürlük ve boşluk arasında yakın bir bağlantı vardır. Nagarjuna’nın açıklamasına yer verilir; ona göre gerçek bir özgürleşme anlayışı, bir boşluk anlayışına dayanmalıdır, çünkü özgürlük, boşluğa dair içgörü yoluyla yanılsamanın ve ıztırabın tamamen sona ermesinden başka bir şey değildir. Özgürleşme bu yüzden boşluk kavramıyla çok ilişkilidir.

Boşluk

 

‘Bensizlik’ veya Boşluğun Dört Yorumu

 

Atman her birimizin içinde bir ruh olarak tanımlanır böylece bu bağlamda anatman yani bensizlik gerçek, özerk kişi veya sonsuz ruhun olmaması anlamına gelir. Bu kavramın anlamı budist ekollere göre farklılık gösterdiği için bu bölümde farklı ekollerin yourmlarına kısaca değinilir. Birbirinden farklı görüşler olsa da hepsinde süreç içinde nedenselliğin ve karmanın işleyişinin reddedilmemesi gerektiğine dair ortak bir anlayış vardır.

Orta Yol

 

Bu bölümde ağırlıklı olarak Nagarjuna’nın metinlerine dayanarak açıklar. Nagarjuna’nın boşluktan kastettiği şeyin sadece bir hiçlik ya da yokluk olmadığını gösterir. Boşluk, gerçekliğin birbirine bağıntılı doğası açısından anlaşılmalıdır, şeylerin bağımsız varoluştan yoksun olmaları, bağıntılı varoluşları sayesindedir.

Tibetli Usta Lodrö Gyatso’nun görüşlerine de yer verir, o ‘boşluğun, işlevselliğin olmaması anlamına gelmediğini’ söyler. Gerçek ya da mutlak varoluşun boşluğudur. Bağıntılı varoluş, asıl gerçeklik veya asıl kimlik gerektirmez, ancak içerdiği şey fenomenal gerçekliktir. Dolayısıyla, hem boşluğun hem de bağıntılı varoluşun anlamını kavrandığında, boşluk ve görünüm aynı anda ve yerde, çelişki olmadan tasavvur edilebilir.

Boşluk Anlayışımızı Uygulamak

 

Belirli bir boşluk anlayışı geliştirildiğinde, şeylere ve olaylara karşı yeni bir bakış açısına sahip olunur. Çoğu duygunun, gerçek olmayan bir şeylerin gerçek olarak varsayılamısından kaynaklandığı anlaşılır. Zihni etkileyen güçlü duyguların, şeyleri gerçek ve bağımsız olarak kavramamıza yol açan temel bir karışıklıktan doğduğu ortaya çıkar. Acı verici duygu ve düşüncelerin ne deneyimimizde, ne gerçekte ne de akılda geçerli bir temeli olmadığı sonucuna erişilir. Boşluk anlayışı ne kadar derinleşirse, içgörü gücü ne kadar büyürse duyguların yanılsaması o kadar görülür ve sonuç olarak bu duygular o kadar zayıflar. Gerçekten de, güçlü acı verici duygu ve düşüncelerin ve bunların temeli olan cehaletin azalabileceği farkedilir.

Özgürleşme

 

Dalai Lama özgürlüğün mümkün olduğunu kabul ettiğimizde , bunun nasıl anlaşılabileceğini sorgular ve kutsal metinlerde özgürleşmenin 4 özelliğe bağlı olarak nasıl tanımlandığına değinir. Birinci özellik, sıkıntıların sürekliliğinin gerçek olarak sona ermesi; ikinci özellik, bireyin zihnin tüm kirliliklerinden tamamen özgürlüğe ulaştığı tam bir sükunet durumu; üçüncü özellik, kişi nihai doyuma ulaştığı için tamamen tatmin edici hal; dördüncüsü, kişinin aydınlanmamış varoluş sürecinden çıkması anlamında tanımlanır.

 

 

5. YOLUN GERÇEĞİ

 

Dalai Lama şu soru ile bu bölüme başlar: “Eğer özgürleşmeyi ulaşılabilir bir amaç olarak kabul edersek bunu nasıl başarabiliriz?”

Madhyamaka geleneğine göre gerçek yol boşluğun sezgisel ve doğrudan farkındalığının oluşturulmasına bağlı olarak anlaşılmalıdır. Sezgisel farkındalığa sahip olabilmek için kişinin meditasyon temeline sahip olması gerekir çünkü böylelikle deneyimsel bilgiye ulaşılabilir.

Birikim Yolu, uygulayıcının özgürleşmeye içten bir istek geliştirdiği entelektüel anlayışın kurulduğu ilk aşamadır.

Bağlantı Yolu, bireyin deneyimsel bilgiye meditasyon ile ulaşmaya başlamasıdır.

Görme Yolu, boşluğun doğrudan sezgisel farkındalığını kazandığı noktadır.

Shravakayana Yolu

 

Yola başlamadan önce bir hazırlık gereklidir. Başlangıç için önemli olan üç büyük çalışmadır:

Shila: ahlaki çalışmalar

Samadhi: konsantrasyon veya meditasyon

Prajna: bilgelik veya içgörü

Kutsal metinler genelde bir aşamadan diğerine geçişi meditasyon yapan bireyin deneyimine dayanarak açıklar. Asıl yolun, boşluğun giderek derinleşen bilgisi ve boşluğun farkına varma yolu olduğunu anlamak önemlidir.

Mahayana Yolu

 

İyi kalpliliğimizi geliştirme ve özgecil bir zihin geliştirme pratiği, şefkat anlayışımızı derinleştirmeyi ve içimizde var olan şefkat potansiyelini canlandırmayı amaçlar.

Bodhichitta’yı harekete geçiren iki unsur üzerinde durulur:

1- Tüm duyarlı varlıklar için içten şefkat

2- Diğerlerinin iyiliği için aydınlanmaya ulaşmanın gerekliliği, başkalarına yardım etme sorumluluğu

Bu sorumluluk hissi, istisnasız bütün varlıklara karşı kendiliğinden içten bir şefkat geliştirildiğinde ortaya çıkacaktır. Bu evrensel şefkattir, mahakaruna veya büyük şefkat denir.

Fedakar bir uygulamacının, bireysel özgürleşmeye ulaşmanın kendi başına yeterli olmadığını fark etmesinin önemli olduğunu vurgulanır. Bu sadece bireysel değildir, bu yüzden doğal empatini ve başkalarına yakınlık hislerinin beslemenmesi önemlidir. Budist kutsal metinlerinde bunu yapmanın bir yolu tüm varlıkları  annemiz veya çok sevdiğimiz biri olduğunu tasavvur etmektir. Ayrıca bunu geliştirmek için farklı tekniklere değinilir.

Vajrayana Yolu

 

Bu kısımda Tantra ve Vajrayana’nın derinliği ve inceliğinin yöntem ve bilgeliği birleştirme uygulamasından doğduğunu vurgular. Bunun yegane özelliği, uygulayıcının dünyayı ve kendisini boşluk anlayışına tabi tutması ve her şeyi boşluk içinde çözmesidir. Bu boşluk bilişi sonra (başlangıçta hayali olarak) meditatif bir tanrısallığın mükemmel biçimi olarak görselleştirilir. Ardından tanrısallığın boşluk veya tözel olmayan doğası üzerine düşünülür. Böylece bir biliş anında yöntem ve bilgelik mevcuttur ve eksiksizdir. Tanrısallığın görselleştirilmesi ve boşluk doğasının anlayışı vardır.

Budist Yolu Takip Etme Önerileri

 

Kutsal Dalai Lama bu bölümde üç tavsiyesini paylaşır.

İlki, Buddha Dharma’nın temel uygulamalarında sağlam bir temel oluşturulmadığı sürece, Vajrayana’nın derin uygulamalarının bile hiçbir etkisi olmayacağıdır. Uygulayıcının 4 Yüce Gerçek anlayışını geliştirmesi ve onların üzerinde meditasyon yapması hayati önem taşır. Meditasyon uygulamanın temel bir parçası olmalıdır ve Shamatha ve Vipashyana’yı kapsamalıdır.

İkincisi, kararlılıktır. Bu sürecin ne kadar zaman alacağını düşünmemek gerekir. Ne kadar sürerse sürsün, en başından bunu yapmaya karar vermek önemlidir. Bir kez ciddi bir kararlılık ve açık bir amaç ortaya konulduğunda zamanın önemli olmadığı görülecektir.

Üçüncüsü, ne kadar sabırsız olunursa ve ve en hızlı, en ucuz veya en iyi yolu ne kadar çok istenirse, kötü sonuç almak o kadar olasıdır.

 

İNSAN MUTLULUĞUNUN TEMELİ ŞEFKAT

 

Ek olarak yeralan bu bölüm, Kutsal Dalai Lama’nın 19 Temmuz 1996’da İngiltere Manchester’da Serbest Ticaret Salonu’nda sunduğu halka açık bir konuşmasından alınmıştır.

Konuşmasında önce insanların hatta hayvanların hayatta olma amaçlarının kendi kapasiteleri dahilinde mutluluğa ulaşıp mutsuz durumdan kaçınmak olduğunun üzerinde durur. Bizi diğer canlılardan ayıran aklımız ve ona bağlı olarak gelişmişen kapasitemizdir. Diğer bir yanda aklımızın daha fazla şüphe ve dolayısıyla daha fazla korku yarattığına da dikkati çeker. İnsanlardaki korkuyu hayal etme gücü hayvanlardan çok daha fazladır.

Ayrıca insanın ailesiyle, toplulukların birbirleriyle ve bireyin kendi içindeki çatışmalar fikir ayrılıklarından kaynaklanır. Bu da aklın bazen oldukça mutsuz bir ruh hali yaratabileceğini gösterir. Bu anlamda, insan sefaletinin başka bir kaynağı haline gelir.

Ancak tüm bu çelişki ve farklılıkların üstesinden gelebileceğimiz en önemli aracın da yine akıl olduğunu vurgular. Bu yüzden insan aklının yapıcı olarak kullanılmasının önemli olduğunu,  eğer bu kapasiteyi düzgün olarak kullanabilirsek insanların sadece kendilerine ve gezegene daha az zararlı olmakla kalmayıp kendi içlerinde de daha mutlu olacaklarını söyler. Bunun için önce doğamızı tanımamız gerektiğini, sonra eğer kararlılığa da sahip olursak insan kalbini dönüştürmenin imkanı olabileceğini belirtir.

Daha sonra mutluluk ve kişinin içindeki mutluluğun çevresine nasıl yayılabileceğinin üzerinde durur. Eğer birey iyi, sakin, barışçıl bir insan olursa otomatik olarak çevresine de pozitif atmosfer yaratır. Anne baba, iyi kalpli barışçıl ve sakin insanlar olduğunda genelde çocuklarının da bu tutumu ve davranışları benimsemeleri gibi.

Ancak tutumlarımız genelde dış faktörlerden etkilenir. Bu yüzden zihinsel tutumlar daha önemlidir. Örneğin çevredeki durum çok arkadaşça olmadığında, içsel zihinsel tutumunuz doğruysa durum içsel barışı bozamayacaktır. Öte yandan zihinsel tutumunuz doğru değilse, iyi arkadaşlarla çevrili en iyi yerlerde bile mutlu olunamaz. Bu yüzden zihinsel tutumun dışsal şartlardan daha önemli olduğunu özellikle vurgular. Buna rağmen birçok kişinin dışsal şartlarla daha çok ilgilenip içsel zihin tutumlarını göz ardı ettiğini belirtir ve içsel özelliklere daha çok dikkat edilmesini önerir.

Konuşmasında, zihinsel huzur için en önemli faktörlerden birinin insan şefkati ve sevgisi olduğuna inandığını belirtir: önemseme duygusu. Şefkat ile anlatmak istediğini de şöyle açıklar; “Genellikle şefkat veya sevgi kavramımız, arkadaşlarımız ve sevdiklerimizle aramızdaki yakınlık hissini ifade eder. Bazen şefkat aynı zamanda bir acıma duygusu da taşır. Bu yanlıştır – diğerini küçümsemeyi gerektiren herhangi bir sevgi veya şefkat, gerçek şefkat değildir. İçten olmak için diğerine saygıya ve başkalarının da sizin kadar mutlu olma ve acının üstesinden gelme hakkına sahip olduğunun farkına varmaya dayanmalıdır. Bu temelde, başkalarının acı çektiğini görebildiğiniz için onlar için gerçek bir duygu geliştirirsiniz.”

Gerçek şefkatin tarafsız olması gerektiğinin üzerinde durur. Çünkü düşmanlarımıza veya kayıtsız kaldığımız sayısız insana değil de sadece arkadaşlarımıza yakın hissediyorsak, şefkatimiz yalnızca kısmi veya taraflı olduğunu belirtir. Düşmanımızın da mutluluğa ihtiyacı olduğu görülebildiğinde şefkat oluşur, çünkü şefkat herkesi kapsar.

Şefkatin bize katabileceklerinin kısaca altını çizer: Örneğin başkalarına ilgi gösterdiğimizde bu sorumluluk ve motivasyon ile kendimize olan güvenimiz de artar. Çünkü bu korkuyu azaltır ve kararlılık için bir temel oluşturur. Şefkat bize iç güç de kazandırır. Bir kez oluştuğunda diğer insanlarla ve diğer varlıklarla kalpten kalbe iletişim yaratır. Şefkat, pozitif bir atmosfer yaratır, ve tatminkar, barışçıl, şefkatli bir insanın olduğu yerde hep hoş bir atmosfer olur. Şefkatli bir mizaç, zihni yalnızca daha barışçıl ve sakin yapmaz, aynı zamanda vücudumuzu da olumlu yönde etkiler. Öte yandan nefret, kıskançlık ve korku iç huzurumuzu bozar, bizi tedirgin eder ve vücudumuzu olumsuz etkiler. Vücudumuzun bile barışçıl bir zihne ihtiyacı vardır ve onun yapısı da çalkalanmalara elverişli değildir. Saldırgan tarafımız hayatın bir parçası olsa da, hayatın baskın gücü şefkattir.

Şefkatten bahsederken kendi menfaatlerini tamamen göz ardı etme ve feda etme yanılgısına da düşülmemesi gerektiğini ekler. Çünkü gerçek sevgi ilk olarak insanın kendisine yönlendirilmelidir.

Son olarak şiddetsizlik kavramına değinir. Şefkatli bir tutum geliştirildiğinde, şiddetsizliğin de otomatik olarak geldiğini hatırlatır ve şöyle ifade eder: “Şiddetsizlik, şefkatin uygulanmış halidir. Eğer kalbinizde nefret varsa o zaman eylemleriniz çok sık olarak şiddet içerecektir, bunun yanında eğer kalbinizde şefkat varsa eylemleriniz şiddet içermeyecektir.”

 

Diğer Yazılar

Mandukya Upanişad

Mandukya Upanişad Māṇḍūkya Upaniṣad ( Sanskritçe : माण्डूक्य उपनिषद् , Māṇḍūkya Upaniṣad ) tüm Upanishad’ların en kısasıdır ve Atharvaveda’ya atanmıştır . [1] 108 Upanishad’ın Muktikā kanonunda 6 numara olarak listelenmiştir . [2] On iki kısa…